Benden Küçük Bir Not
Umut Soysal'a ;
Bilemiyorum hüznün tam olarak neresindeydik. Aslında hüzne başlamamıştık bile. Biz bir sevincin tam ortasındaydık desek sanırım uygun olur. O anı hatırlayacağına eminim, senin alkolünden ve benim alkolsüzlüğümden çıkarak Ice Tea Şeftali'ye varabilmiştik. İlk elektriklenmeye o yolda başladık diyebilirim.
İlk ve son kez bölümden farklı insanlarla birlikte bulunduğumuz Kafe Pi dönüşüydü. Henüz kimse pek kimseyi tanımıyor, tanısa da bilmiyordu. Hadi bilse de herkes değişime çok açıktı diyeyim. Yumurtadan yeni çıkıyorduk ne de olsa.
Öyle ya da böyle bugünlere geldik, işte bazen o yumurtaları gördükçe aklıma bizim kabuğumuzu kırmamız geliyor. Kaydettiğim bir oyunu tekrar oynamak istermiş gibi.. Ama tüm o kayıpları vermeden, gelecek olasılıkları biliyormuş gibi.. Biliyorum, pek mümkün değil. Ama zaten şu an en güzeli değil mi, bundan sonrası çok daha güzel olacakken.
Bilemiyorum hüznün tam olarak neresindeydik. Aslında hüzne başlamamıştık bile. Biz bir sevincin tam ortasındaydık desek sanırım uygun olur. O anı hatırlayacağına eminim, senin alkolünden ve benim alkolsüzlüğümden çıkarak Ice Tea Şeftali'ye varabilmiştik. İlk elektriklenmeye o yolda başladık diyebilirim.
İlk ve son kez bölümden farklı insanlarla birlikte bulunduğumuz Kafe Pi dönüşüydü. Henüz kimse pek kimseyi tanımıyor, tanısa da bilmiyordu. Hadi bilse de herkes değişime çok açıktı diyeyim. Yumurtadan yeni çıkıyorduk ne de olsa.
Öyle ya da böyle bugünlere geldik, işte bazen o yumurtaları gördükçe aklıma bizim kabuğumuzu kırmamız geliyor. Kaydettiğim bir oyunu tekrar oynamak istermiş gibi.. Ama tüm o kayıpları vermeden, gelecek olasılıkları biliyormuş gibi.. Biliyorum, pek mümkün değil. Ama zaten şu an en güzeli değil mi, bundan sonrası çok daha güzel olacakken.
Mario Levi - Bir Şehre Gidememek
Sayfa 15
Cinsel sorunlardan, rezil sarhoşluklardan, yalnızlıklardan ve tüm düzensizliklerden kurtulabilmek için bir kadınla yaşamayı olası bir çözüm olarak görebilen şahane uyumsuzların büyük bir kendi kendini kandırma çabası gösterdiği dünyamızda, kimi ayrıntıların değil anlatılmaya, yaşanmaya bile değer bulunamayacağını çok iyi biliyorum. Ama aradan sekiz yıl geçtiği, bir baltaya sap olamamanın erdemine inanmaya nedense devam ettiğim ve onca çözümsüzlüğü, duygularımın muhalefetine karşın sineye çekmek zorunda olduğum halde, Gracinda’yı hâlâ hatırlayabiliyor ve kafama üşüşen bin bir çağrışımla birlikte olası bir yazının gündeminde tutabiliyorum.
Ama ben gene de insanları çeşitli yollardan etkileme çabasının bir eksikliğin dile getirilişi olduğu gerçeğini bir türlü ayrımsayamayanların rahatlıkla başvurabileceği bir yöntemden medet umarak, o günlerin de, Gracinda’yla yaşadıklarımın da unutulmazlığından dem vurmak ve böyle bir serüvenin, biraz sürekli yenilenen duygusal bakirliğim, biraz da hiçbir zaman kurtulamayacağıma inandığım “saflığım”la çok ilintili olduğunu söylemek istiyorum.
Sayfa 16
Bütün bunlara bir de, iyi ki o günleri yaşadım, diyebilmenin hüznünü ve burukluğunu da ekleyebilmeli. Ama böyle başlangıçlarda temkini her şeye karşın elden bırakmamak gerekiyor. Çünkü göze alınan yolculukların biçimi ve niteliği ile benzeri girişimlerin sonuçları ne yazık ki hiçbir şeyi değiştiremiyor. Çünkü kısa bir hayalden sonra dönülen yer hep aynı çıkmaz ve zorunluluk olabilir
Sayfa 17
Bir merhaba ya da bir nasılsın sorusu, sizi sanki hep aynı insana götürür. O hep durmaksızın değişebilme isteğinin nedeni nedir ? Ya da aslında hiçbir şey değişmemiştir de yıllara ve insanlara karşın hep aynı yerde mi kalırsınız?.. Sorgulamalar ile tehlikeli kurcalamalar işte böyle, birbiri ardına gider gelir. Gece olmuştur bir kez daha. Hayat isteseniz de istemeseniz de birçok insan için sorumsuzlukları ve sevinçleriyle devam edebilmektedir. Gerisini, diş sancılarının dışında başka sancıları da sık sık yaşama olanağı bulmuş olanların rahatlıkla anlayabileceği inancındayım.
İşin içinde birkaç kırmızı, birkaç tanıdık ses ve anlayamadığım garip görüntüler vardı. Rio yıllar sonra karşımda uzanacaktı…
Çünkü yıllar geçti aradan. Umudu, hüznü ve değişen mevsimleri yaşadık. Bambaşka iklimlerde bambaşka insanların olduk. Bir bakışta, bir gülüşte ya da bir gece boyunca yaşamak istediğimiz ve bulduğumuzu sandığımız sevdaları yaşadık. Bambaşka iklimlerde bambaşka insanların olduk. Bir bakışta, bir gülüşte ya da bir gece boyunca yaşamak istediğimiz ve bulduğumuzu sandığımız sevdaları yaşadık. Ama ayrılık hep yaşanacaktı ve sonuç ne olursa olsun hiçbir zaman bitmeyecekti bir insana yolculuğumuz. Hiç kimseyle paylaşamayacağın bu uzun ve tehlikeli hayale biraz da bu yüzden çıkacaktın. Uzun yıllar geçti aradan, bak bu sihirli cümleyi bir kez daha yineliyorum. İşte şimdi yeniden paylaşabiliriz o anlatılamayacak suskunluğumuzu, buruk bir gülümsemeyle birbirimize yeniden bakabiliriz. Çünkü kimi tutkular sapına kadar yaşanabildiğinde, bir başkasında hep bir şeyler bırakılır. Örneğin bir günbatımının beklenmedik bir anda hatırlanabiliyor olması: bir bakıştan anlayabileceğimiz çok şey vardır artık. Bana duymuş olabileceğin hasreti anlayabiliyorum örneğin, bu rüyanın er ya da geç bir metne dönüşeceğini sezinleyebiliyorum, eğer hâlâ yazıyorsan. O günlerde hayattan beklediğimiz çok şey vardı. “Belki de” demiştin, “belki de günün birinde bir geriye dönüşün hikâyesini anlatırım.” Ayrılık anının eninde sonunda gelip çatacağını her ikimiz de çok iyi biliyorduk çünkü. Bir gün her şey bitmiş gibi görünecek ve biz bu ilişkiyi sürekli olarak bambaşka insanlara taşıyacaktık.
Sayfa 19
Mektuplarını daha önce yanıtlayamadığım için özür dilerim. Kimi şeyleri yanlış anlayabilirdin, biliyorum ama bu suskunluğun çok basit nedeni vardı. Bu toprakları ben de tıpkı senin gibi terk etmek istedim çünkü. Güneşi aradım ben de, bu topraklarda çok farklı bir biçimde yaşadığımız güneşi. Denize, ülkemin alabildiğine uzun kıyılarına hasrettim ve en mühimi beni buradaki yaşantımdan kısa bir süreliğine de olsa uzaklaştırabilecek küçük bazı değişimleri gereksiniyordum.
Sayfa 23
Evet, her şey, sanki her şey, arada sırada ve en beklenmedik zamanlarda bana bende bıraktığın bu ilişkiyi hatırlatacak. Ve sanki bir gün, gene beklenmedik bir zamanda ve belki de bambaşka bir mekanda bana geri dönebileceksin. Ama o zamana kadar çok uzun bir ayrılığı göze almak zorunda kalacağız. Kimi olay ve ilişkilerin üzerine daha yürekli bir şekilde gidip gidemeyeceğimiziyse henüz bilemiyorum. Benim içinse sanki yalnızca iki seçenek var: o günlerde ya bambaşka bir sevdanın peşinde koşuyor ya da biraz küskün, biraz da kırgın, herhangi bir yuvaya temelli olarak dönmüş olacağım.
Günün birinde görüşebiliriz ama ben artık sana yazmayacağım…
Bir eve ya da bir kendine dönüşü sürekli olarak yaşamaya zorunlu olmak ya da düş kırıklığından düş kırıklığına koşarak değişebileceği sanılan sevvaları yenilemek, biraz tutku biraz da aldatmacayla, yolun sonunda yalnız kalmamak için kıyıda köşede bırakılmış öykü ve şiir parçacıklarına mutlaka sıra gelecektir.
Sayfa 24
Hayatta hiçbir şeyi “kolay yoldan” çözemediğimi ayrımsamak, bana, yabancısı olmadığım bir hüzün veriyor. Yoksa her şey sandığımdan ve bugüne dek olageldiğinden daha mı basitti ? Hayata mümkün olabildiğince sarılabilmeyi denemek, evet.
“Günler değişmeye, upuzunmuş gibi görünen bu yolsa her geçen gün daralmaya devam edecek” diyorum kendi kendime ve “yaşamaya mecbur olduğumuz tüm insan ilişkilerinde küçük sevinçlerden hep medet ummaya çalışacağız. Ve bu yolun bir yerinde hiç beklemediğimiz bir anda bir hayaletin ya da şehrin tutsağı olduğumuzu anlayacağız.”
Sayfa 27
Herşey bir yana, yaşananlar ne kadar “yanlış” olursa olsun kimi deneylerin ardından insan sürekli olarak kendine başka anılar ve insanlar katabiliyor. Bu artıyı tanımlayabilmek ve başka ilişkilerde değerlendirmek zor, hatta imkânsız, biliyorum. Ama kimi yaşantılardan elde edilebilecek küçük sevinçlere bağlanan umut, ne yazık ki her geçen gün giderek biraz daha azalmaya yüz tutuyor. Ayrıntıların varlığı belki de bu yüzden esaslı bir kandırmaca, dolayısıyla da bir hayata bağlanma vesilesi.
Ama bütün bunları sizlere neden anlattığımı inanın hâlâ bilemiyorum. Bildiğim tek şey seneler senesi içimde büyük bir baskıyla gizlemeye çalıştığım açmazları şimdilerde çok daha kolay bir şekilde dışa vurabiliyor olduğum. Bu da kimi acıların insan hayatının gündeminden er ya da geç kalkabileceğini kanıtlıyor. Bir ilerleme mi, yoksa bir gerileme mi bu ? Sanırım bunu da zaman gösterecek. Ama sonuç ne olursa olsun hep bir yerlerde kaldığımızı, kendi hayaletimizce kovalandığımızı ve tüm çabalarımıza karşın bireysel serüvenimizde durmaksızın bir sürgünü ve tutsaklığı yaşamaya zorunlu olduğumuzu hiç unutmamamız gerekiyor. Gerisi boş laf.
Sayfa 33
Hemen hemen her şeyin bir yanılsama olabileceğini düşünüyorum sonra; bir insanla bir özdeşlik kurma çabasının neden bu denli önemli olabileceğini anlamaya çalışıyorum. Kimi çıkmazlardan belki de bir yazıyla kurtulunabileceğini söyleyivermek geliyor o zaman da içimden. Kendimi ve anlatmak istediğim Eşref Bey’i zorlamalıyım öyleyse, biliyorum. Ama bütün bunların yerine ancak “Kitaplar” diyebiliyorum, “kitapların çok özel dünyasından hep bir şeyler beklemiştiniz ne de olsa; kandırmacalardan ve kaçışlardan bir küçük sığınak yaratmıştınız kendinize. Günün birinde, sözcüklerden ve olasılıklardan aldığınız güçle birçok yanılgıyı bir küçük yalanla geçiştirebilir, dahası açıklayabilirdiniz.”
Sayfa 37
Her şey bir yana, içinde bulunduğu durum ne olursa olsun yaşamak ve anlatabilmek ya da hiçbirşeyi anlatmama kararlılığı adına insan hep bir savunmaya geçmeyi gereksiniyor. Ve sözcüklere, belki de bu yaşantılardan çok sonra sıra gelebiliyor.
Suskunluk, evet. Eşref Bey’in sürekli bir geç kalmanın ya da bir yanlış anlamanın kurbanı olduğunu şimdi bir kez daha düşünüyorum. “Aradan belki de hiçbir zaman bilemeyeceğim ilişkiler de geçmiş olmalı” diyorum kendi kendime. “Suskunluk” diyorum bunun üzerine, evet, “belki de birkaç acı, bu suskunluğa mecburiyetten kaynaklanıyordu. Belki de hiçbir şey gerçek anlamda bir savaşı göze almaya değmezdi.”
Sayfa 38
Sözcüklerin zaman zaman ne denli az güvenilir olabileceklerini bilebiliyor insan, bu gerçeği kendisine yer yer deneyimleri, yer yer de umarsızlıkları söyletiyor. Karşınızdaki insanın kimi “gerçekleri” hiçbir zaman tam anlamıyla dinlemeye ve anlamaya istekli olamayacağını da öngörebiliyorsunuz. Bu da, niteliği ne olursa olsun bir ilişkinin eninde sonunda gelip dayanacağı en mühim çıkmaz ama aynı zamanda da en üst düzeydeki gerçektir, diyorsunuz. Ve kısırdöngünüze yeni kandırmacalarla ilerlemeyi gene de göze alıyorsunuz. Sözcükler her şeye rağmen yepyeni bir sığınak olarak bir kez daha çıkıveriyor o zaman da karşınıza ve bu durumda bir başka gerçeğin ya da yalnızca bir izdüşümün ardına saklanabilmeyi umut ediyorsunuz. Bütün bunlar elbette biraz ödleklik, biraz çıkarcılık, biraz da kendi kendini savunma olabiliyor. Öyleyse insanın yazmak isteyebileceklerine kimi “felaketlerden” bir malzeme çıkarmak istemesine pek de o kadar içerlememeli Bencillik ve yalan. Yaşanılanı kaleme alma gereksinimi belki de tüm bu meseleler düşünülebildikten sonra bir anlam kazanıyor. Ama Eşref Bey’i, sözcüklerden, birkaç fotoğraftan ve beklenmedik bir akşamüstünden yıllar sonra tanıdığım Raşel’i, o insanların küçük hesaplarını ve önlenemez yenilgilerini, bir metin oluşturmak kaygısıyla biraz duyduklarımın, biraz da imgeleme gücümün katkılarıyla kendime göre yorumlamaya çalıştığım bir Yahudi mahallesini, hemen hemen her taşıyla tanıdığım, her kokusu ve rengiyle yaşadığım çocukluğumun Sıracevizler’ini, kimi eşyalara bağlanan sevgiyi ya da kimi eşyalar gibi olmayı, din, gelenek ve cinsellik yalanlarının ardına gizlenerek bu gemiyi yürütmeye çalışan ikiyüzlüleri düşündüğümde içimden çok garip bir şekilde bir güzel mastürbasyon yapmak geliyor. Bir beyin mastürbasyonu… Kimi eksiklikleri örtbas edebilmek, tüm olumsuzluklarına karşın, yaşanılan hiçbir şeyi yitirmemek ve tam anlamıyla paylaşılamayacağını bile bile, kendince bir küçük deneyimden bir şekilde söz edebilmek için… O insanlar, şöyle ya da böyle içlerinde büyüdüğüm, dillerini konuştuğum, dinlerini istesem de istemesem de tanıdığım, kimi zaman nefret ettiğim, kimi zamansa acıma ve sevgi duygularıla bağlı olduğum insanlardı. Onlar, büyük düşler ile büyük yola çıkışların pek de konuşulmadığı bir dünyada yaşamışlardı. Seneler sonra böyle bir kısırdöngünün, çok daha derin bir anlamda bu dünyayı elinde tutabileceğini de anlayacaktım. Ama insan, her zaman söylediğim gibi, geçmişinde bir şekilde tanığı olduğu olayları günün birinde dile getirmek, dolayısıyla da yorumlayabilmek istiyor. Aslına bakılacak olursa, biraz da “hüzünlü” bir komedi bu. Çünkü yapılan ne olursa olsun, sizleri bir zamanlar dışlamış olanlar kimi gerçeklere kayıtsız kalmakta büyük bir direnç ve yetenek gösterebiliyor. Gemi gidiyor yani, bu gemiye binip binmemekse yalnızca sizin meseleniz.
Sayfa 72
“İşte, gene bir sürgün olmak var” diyecektim bir süre sonra, güçlü olabilmenin üstünlüğünü bir kez daha düşünecektim. Bir yerde, bir şekilde durmam gerekiyordu öyleyse. O günlerde yalnızca sözcüklerin kaypaklığı kalıyordu geriye; seçeneklerse her geçen gün biraz daha artarak tükeniyordu: bir kez daha baktım gözlerine. Hafif, umarsız, belki de anlamsız bir gülümseme. Hayatında bir şeyler bırakabilmeliydim. Ardımdan kapının yavaş yavaş kapandığını da duyacaktım sonra. Özlemsiz yaşamak kolay olmalıydı, çılgın aşkları gereksinmeyenler ile insan ilişkilerinde fırtınalardan kaçmayı bilenler için. Günün birinde, yaşanabilecek tüm olası ilişkilerden yıllar, çok uzun yıllar sonra bana dönebileceğini söylemiştin. Ama yıpranan bedenlerde sevginin adı da anlamı da değişebilirdi. Sevgi de bir yolcuydu çünkü; her ilişkide, her geçen gün biraz daha çok tükenebilecek bir yolcu. Ve biz, birbirimize hiçbir zaman hazır olmayabilirdik.
Sayfa 83
Dostluğumuzun ilk günlerini anımsıyorum böylesi zamanlarda. O günlerde içimizde bir şeyler öldürülmemişti. Boğuntulu acılardan geldiğimizi söylemiştik yalnızca birbirimize. İçimizdeki birçok özlemi bölük pörçük kıpırtılarla belirsiz yarınlara taşıyabileceğimizi biraz da kırgınlıkla söylemiş olmalıydım. Gülümsemiştin. Seni anlamaya çalışmıştım. Zorunlu terk etmeler ile umarsız terk edilmeleri, başka insanları ve olasılıklara hazır olamamaları konuşmuştuk o akşam; intihar eden bir dostunun hikâyesini anlatmıştın, “Tüm hazırlıklar mükemmel bir ölü olmak için” demiştin, hatırlıyorum. Biz çok önemli endişeyi paylaşmıştık o akşam. Fakültedeki ilk yılımızdı. Niteliğini henüz tam anlamıyla kavrayamadığımız yepyeni bir öğrencilik dönemi demekti bu. Ama sonrası ne olacaktı ? Tehlikeli soruları istemesek de kendimize yöneltmek zorundaydık. Bizlere daha önceki “eğitim” yıllarımız süresince, hiçbir işe yaramayacak ezberlemelerden, yasak ve yanlış cinselliklerden, özentilerden ve ertelemelerden başka hiçbir şey bırakılmamıştı ne de olsa. Aykırılıklarımızı ve çizgi dışı özlemlerimizi yeterince dile getiremezdik bu durumda, bir insanla kimi ince duyarlıkları ne denli çok paylaşmak istediğimizi, bizlerden, vatana ve millete hayırlı evlatlar olmamızı isteyen en yakınlarımıza bile anlatamazdık. Gönül meseleleri hep vardı, dahası hep yaralayıcı olmuştu hayatımızda. Ama yüzeysel birtakım reçetelerin ne denli etkileyici ve hükmedici olduğunu öğrenebilmemiz için zorlukları, kimi gülüşlere aldanmaları ve bir şeyleri aşabilmeyi, başka insanlar için hiçbir işimize yaramayacak bilgilerimizi ve “donanımlarımızı” utkulardan ve sahiplenmelerden değil, ayrılıklardan ve reddedilmelerden öğrendik. Yepyeni seçenekleri ve olası kişilikleri deneyecektik bir de. Çünkü biz bir hüznün tam ortasındaydık.
Cinsel sorunlardan, rezil sarhoşluklardan, yalnızlıklardan ve tüm düzensizliklerden kurtulabilmek için bir kadınla yaşamayı olası bir çözüm olarak görebilen şahane uyumsuzların büyük bir kendi kendini kandırma çabası gösterdiği dünyamızda, kimi ayrıntıların değil anlatılmaya, yaşanmaya bile değer bulunamayacağını çok iyi biliyorum. Ama aradan sekiz yıl geçtiği, bir baltaya sap olamamanın erdemine inanmaya nedense devam ettiğim ve onca çözümsüzlüğü, duygularımın muhalefetine karşın sineye çekmek zorunda olduğum halde, Gracinda’yı hâlâ hatırlayabiliyor ve kafama üşüşen bin bir çağrışımla birlikte olası bir yazının gündeminde tutabiliyorum.
Ama ben gene de insanları çeşitli yollardan etkileme çabasının bir eksikliğin dile getirilişi olduğu gerçeğini bir türlü ayrımsayamayanların rahatlıkla başvurabileceği bir yöntemden medet umarak, o günlerin de, Gracinda’yla yaşadıklarımın da unutulmazlığından dem vurmak ve böyle bir serüvenin, biraz sürekli yenilenen duygusal bakirliğim, biraz da hiçbir zaman kurtulamayacağıma inandığım “saflığım”la çok ilintili olduğunu söylemek istiyorum.
Sayfa 16
Bütün bunlara bir de, iyi ki o günleri yaşadım, diyebilmenin hüznünü ve burukluğunu da ekleyebilmeli. Ama böyle başlangıçlarda temkini her şeye karşın elden bırakmamak gerekiyor. Çünkü göze alınan yolculukların biçimi ve niteliği ile benzeri girişimlerin sonuçları ne yazık ki hiçbir şeyi değiştiremiyor. Çünkü kısa bir hayalden sonra dönülen yer hep aynı çıkmaz ve zorunluluk olabilir
Sayfa 17
Bir merhaba ya da bir nasılsın sorusu, sizi sanki hep aynı insana götürür. O hep durmaksızın değişebilme isteğinin nedeni nedir ? Ya da aslında hiçbir şey değişmemiştir de yıllara ve insanlara karşın hep aynı yerde mi kalırsınız?.. Sorgulamalar ile tehlikeli kurcalamalar işte böyle, birbiri ardına gider gelir. Gece olmuştur bir kez daha. Hayat isteseniz de istemeseniz de birçok insan için sorumsuzlukları ve sevinçleriyle devam edebilmektedir. Gerisini, diş sancılarının dışında başka sancıları da sık sık yaşama olanağı bulmuş olanların rahatlıkla anlayabileceği inancındayım.
İşin içinde birkaç kırmızı, birkaç tanıdık ses ve anlayamadığım garip görüntüler vardı. Rio yıllar sonra karşımda uzanacaktı…
Çünkü yıllar geçti aradan. Umudu, hüznü ve değişen mevsimleri yaşadık. Bambaşka iklimlerde bambaşka insanların olduk. Bir bakışta, bir gülüşte ya da bir gece boyunca yaşamak istediğimiz ve bulduğumuzu sandığımız sevdaları yaşadık. Bambaşka iklimlerde bambaşka insanların olduk. Bir bakışta, bir gülüşte ya da bir gece boyunca yaşamak istediğimiz ve bulduğumuzu sandığımız sevdaları yaşadık. Ama ayrılık hep yaşanacaktı ve sonuç ne olursa olsun hiçbir zaman bitmeyecekti bir insana yolculuğumuz. Hiç kimseyle paylaşamayacağın bu uzun ve tehlikeli hayale biraz da bu yüzden çıkacaktın. Uzun yıllar geçti aradan, bak bu sihirli cümleyi bir kez daha yineliyorum. İşte şimdi yeniden paylaşabiliriz o anlatılamayacak suskunluğumuzu, buruk bir gülümsemeyle birbirimize yeniden bakabiliriz. Çünkü kimi tutkular sapına kadar yaşanabildiğinde, bir başkasında hep bir şeyler bırakılır. Örneğin bir günbatımının beklenmedik bir anda hatırlanabiliyor olması: bir bakıştan anlayabileceğimiz çok şey vardır artık. Bana duymuş olabileceğin hasreti anlayabiliyorum örneğin, bu rüyanın er ya da geç bir metne dönüşeceğini sezinleyebiliyorum, eğer hâlâ yazıyorsan. O günlerde hayattan beklediğimiz çok şey vardı. “Belki de” demiştin, “belki de günün birinde bir geriye dönüşün hikâyesini anlatırım.” Ayrılık anının eninde sonunda gelip çatacağını her ikimiz de çok iyi biliyorduk çünkü. Bir gün her şey bitmiş gibi görünecek ve biz bu ilişkiyi sürekli olarak bambaşka insanlara taşıyacaktık.
Sayfa 19
Mektuplarını daha önce yanıtlayamadığım için özür dilerim. Kimi şeyleri yanlış anlayabilirdin, biliyorum ama bu suskunluğun çok basit nedeni vardı. Bu toprakları ben de tıpkı senin gibi terk etmek istedim çünkü. Güneşi aradım ben de, bu topraklarda çok farklı bir biçimde yaşadığımız güneşi. Denize, ülkemin alabildiğine uzun kıyılarına hasrettim ve en mühimi beni buradaki yaşantımdan kısa bir süreliğine de olsa uzaklaştırabilecek küçük bazı değişimleri gereksiniyordum.
Sayfa 23
Evet, her şey, sanki her şey, arada sırada ve en beklenmedik zamanlarda bana bende bıraktığın bu ilişkiyi hatırlatacak. Ve sanki bir gün, gene beklenmedik bir zamanda ve belki de bambaşka bir mekanda bana geri dönebileceksin. Ama o zamana kadar çok uzun bir ayrılığı göze almak zorunda kalacağız. Kimi olay ve ilişkilerin üzerine daha yürekli bir şekilde gidip gidemeyeceğimiziyse henüz bilemiyorum. Benim içinse sanki yalnızca iki seçenek var: o günlerde ya bambaşka bir sevdanın peşinde koşuyor ya da biraz küskün, biraz da kırgın, herhangi bir yuvaya temelli olarak dönmüş olacağım.
Günün birinde görüşebiliriz ama ben artık sana yazmayacağım…
Bir eve ya da bir kendine dönüşü sürekli olarak yaşamaya zorunlu olmak ya da düş kırıklığından düş kırıklığına koşarak değişebileceği sanılan sevvaları yenilemek, biraz tutku biraz da aldatmacayla, yolun sonunda yalnız kalmamak için kıyıda köşede bırakılmış öykü ve şiir parçacıklarına mutlaka sıra gelecektir.
Sayfa 24
Hayatta hiçbir şeyi “kolay yoldan” çözemediğimi ayrımsamak, bana, yabancısı olmadığım bir hüzün veriyor. Yoksa her şey sandığımdan ve bugüne dek olageldiğinden daha mı basitti ? Hayata mümkün olabildiğince sarılabilmeyi denemek, evet.
“Günler değişmeye, upuzunmuş gibi görünen bu yolsa her geçen gün daralmaya devam edecek” diyorum kendi kendime ve “yaşamaya mecbur olduğumuz tüm insan ilişkilerinde küçük sevinçlerden hep medet ummaya çalışacağız. Ve bu yolun bir yerinde hiç beklemediğimiz bir anda bir hayaletin ya da şehrin tutsağı olduğumuzu anlayacağız.”
Sayfa 27
Herşey bir yana, yaşananlar ne kadar “yanlış” olursa olsun kimi deneylerin ardından insan sürekli olarak kendine başka anılar ve insanlar katabiliyor. Bu artıyı tanımlayabilmek ve başka ilişkilerde değerlendirmek zor, hatta imkânsız, biliyorum. Ama kimi yaşantılardan elde edilebilecek küçük sevinçlere bağlanan umut, ne yazık ki her geçen gün giderek biraz daha azalmaya yüz tutuyor. Ayrıntıların varlığı belki de bu yüzden esaslı bir kandırmaca, dolayısıyla da bir hayata bağlanma vesilesi.
Ama bütün bunları sizlere neden anlattığımı inanın hâlâ bilemiyorum. Bildiğim tek şey seneler senesi içimde büyük bir baskıyla gizlemeye çalıştığım açmazları şimdilerde çok daha kolay bir şekilde dışa vurabiliyor olduğum. Bu da kimi acıların insan hayatının gündeminden er ya da geç kalkabileceğini kanıtlıyor. Bir ilerleme mi, yoksa bir gerileme mi bu ? Sanırım bunu da zaman gösterecek. Ama sonuç ne olursa olsun hep bir yerlerde kaldığımızı, kendi hayaletimizce kovalandığımızı ve tüm çabalarımıza karşın bireysel serüvenimizde durmaksızın bir sürgünü ve tutsaklığı yaşamaya zorunlu olduğumuzu hiç unutmamamız gerekiyor. Gerisi boş laf.
Sayfa 33
Hemen hemen her şeyin bir yanılsama olabileceğini düşünüyorum sonra; bir insanla bir özdeşlik kurma çabasının neden bu denli önemli olabileceğini anlamaya çalışıyorum. Kimi çıkmazlardan belki de bir yazıyla kurtulunabileceğini söyleyivermek geliyor o zaman da içimden. Kendimi ve anlatmak istediğim Eşref Bey’i zorlamalıyım öyleyse, biliyorum. Ama bütün bunların yerine ancak “Kitaplar” diyebiliyorum, “kitapların çok özel dünyasından hep bir şeyler beklemiştiniz ne de olsa; kandırmacalardan ve kaçışlardan bir küçük sığınak yaratmıştınız kendinize. Günün birinde, sözcüklerden ve olasılıklardan aldığınız güçle birçok yanılgıyı bir küçük yalanla geçiştirebilir, dahası açıklayabilirdiniz.”
Sayfa 37
Her şey bir yana, içinde bulunduğu durum ne olursa olsun yaşamak ve anlatabilmek ya da hiçbirşeyi anlatmama kararlılığı adına insan hep bir savunmaya geçmeyi gereksiniyor. Ve sözcüklere, belki de bu yaşantılardan çok sonra sıra gelebiliyor.
Suskunluk, evet. Eşref Bey’in sürekli bir geç kalmanın ya da bir yanlış anlamanın kurbanı olduğunu şimdi bir kez daha düşünüyorum. “Aradan belki de hiçbir zaman bilemeyeceğim ilişkiler de geçmiş olmalı” diyorum kendi kendime. “Suskunluk” diyorum bunun üzerine, evet, “belki de birkaç acı, bu suskunluğa mecburiyetten kaynaklanıyordu. Belki de hiçbir şey gerçek anlamda bir savaşı göze almaya değmezdi.”
Sayfa 38
Sözcüklerin zaman zaman ne denli az güvenilir olabileceklerini bilebiliyor insan, bu gerçeği kendisine yer yer deneyimleri, yer yer de umarsızlıkları söyletiyor. Karşınızdaki insanın kimi “gerçekleri” hiçbir zaman tam anlamıyla dinlemeye ve anlamaya istekli olamayacağını da öngörebiliyorsunuz. Bu da, niteliği ne olursa olsun bir ilişkinin eninde sonunda gelip dayanacağı en mühim çıkmaz ama aynı zamanda da en üst düzeydeki gerçektir, diyorsunuz. Ve kısırdöngünüze yeni kandırmacalarla ilerlemeyi gene de göze alıyorsunuz. Sözcükler her şeye rağmen yepyeni bir sığınak olarak bir kez daha çıkıveriyor o zaman da karşınıza ve bu durumda bir başka gerçeğin ya da yalnızca bir izdüşümün ardına saklanabilmeyi umut ediyorsunuz. Bütün bunlar elbette biraz ödleklik, biraz çıkarcılık, biraz da kendi kendini savunma olabiliyor. Öyleyse insanın yazmak isteyebileceklerine kimi “felaketlerden” bir malzeme çıkarmak istemesine pek de o kadar içerlememeli Bencillik ve yalan. Yaşanılanı kaleme alma gereksinimi belki de tüm bu meseleler düşünülebildikten sonra bir anlam kazanıyor. Ama Eşref Bey’i, sözcüklerden, birkaç fotoğraftan ve beklenmedik bir akşamüstünden yıllar sonra tanıdığım Raşel’i, o insanların küçük hesaplarını ve önlenemez yenilgilerini, bir metin oluşturmak kaygısıyla biraz duyduklarımın, biraz da imgeleme gücümün katkılarıyla kendime göre yorumlamaya çalıştığım bir Yahudi mahallesini, hemen hemen her taşıyla tanıdığım, her kokusu ve rengiyle yaşadığım çocukluğumun Sıracevizler’ini, kimi eşyalara bağlanan sevgiyi ya da kimi eşyalar gibi olmayı, din, gelenek ve cinsellik yalanlarının ardına gizlenerek bu gemiyi yürütmeye çalışan ikiyüzlüleri düşündüğümde içimden çok garip bir şekilde bir güzel mastürbasyon yapmak geliyor. Bir beyin mastürbasyonu… Kimi eksiklikleri örtbas edebilmek, tüm olumsuzluklarına karşın, yaşanılan hiçbir şeyi yitirmemek ve tam anlamıyla paylaşılamayacağını bile bile, kendince bir küçük deneyimden bir şekilde söz edebilmek için… O insanlar, şöyle ya da böyle içlerinde büyüdüğüm, dillerini konuştuğum, dinlerini istesem de istemesem de tanıdığım, kimi zaman nefret ettiğim, kimi zamansa acıma ve sevgi duygularıla bağlı olduğum insanlardı. Onlar, büyük düşler ile büyük yola çıkışların pek de konuşulmadığı bir dünyada yaşamışlardı. Seneler sonra böyle bir kısırdöngünün, çok daha derin bir anlamda bu dünyayı elinde tutabileceğini de anlayacaktım. Ama insan, her zaman söylediğim gibi, geçmişinde bir şekilde tanığı olduğu olayları günün birinde dile getirmek, dolayısıyla da yorumlayabilmek istiyor. Aslına bakılacak olursa, biraz da “hüzünlü” bir komedi bu. Çünkü yapılan ne olursa olsun, sizleri bir zamanlar dışlamış olanlar kimi gerçeklere kayıtsız kalmakta büyük bir direnç ve yetenek gösterebiliyor. Gemi gidiyor yani, bu gemiye binip binmemekse yalnızca sizin meseleniz.
Sayfa 72
“İşte, gene bir sürgün olmak var” diyecektim bir süre sonra, güçlü olabilmenin üstünlüğünü bir kez daha düşünecektim. Bir yerde, bir şekilde durmam gerekiyordu öyleyse. O günlerde yalnızca sözcüklerin kaypaklığı kalıyordu geriye; seçeneklerse her geçen gün biraz daha artarak tükeniyordu: bir kez daha baktım gözlerine. Hafif, umarsız, belki de anlamsız bir gülümseme. Hayatında bir şeyler bırakabilmeliydim. Ardımdan kapının yavaş yavaş kapandığını da duyacaktım sonra. Özlemsiz yaşamak kolay olmalıydı, çılgın aşkları gereksinmeyenler ile insan ilişkilerinde fırtınalardan kaçmayı bilenler için. Günün birinde, yaşanabilecek tüm olası ilişkilerden yıllar, çok uzun yıllar sonra bana dönebileceğini söylemiştin. Ama yıpranan bedenlerde sevginin adı da anlamı da değişebilirdi. Sevgi de bir yolcuydu çünkü; her ilişkide, her geçen gün biraz daha çok tükenebilecek bir yolcu. Ve biz, birbirimize hiçbir zaman hazır olmayabilirdik.
Sayfa 83
Dostluğumuzun ilk günlerini anımsıyorum böylesi zamanlarda. O günlerde içimizde bir şeyler öldürülmemişti. Boğuntulu acılardan geldiğimizi söylemiştik yalnızca birbirimize. İçimizdeki birçok özlemi bölük pörçük kıpırtılarla belirsiz yarınlara taşıyabileceğimizi biraz da kırgınlıkla söylemiş olmalıydım. Gülümsemiştin. Seni anlamaya çalışmıştım. Zorunlu terk etmeler ile umarsız terk edilmeleri, başka insanları ve olasılıklara hazır olamamaları konuşmuştuk o akşam; intihar eden bir dostunun hikâyesini anlatmıştın, “Tüm hazırlıklar mükemmel bir ölü olmak için” demiştin, hatırlıyorum. Biz çok önemli endişeyi paylaşmıştık o akşam. Fakültedeki ilk yılımızdı. Niteliğini henüz tam anlamıyla kavrayamadığımız yepyeni bir öğrencilik dönemi demekti bu. Ama sonrası ne olacaktı ? Tehlikeli soruları istemesek de kendimize yöneltmek zorundaydık. Bizlere daha önceki “eğitim” yıllarımız süresince, hiçbir işe yaramayacak ezberlemelerden, yasak ve yanlış cinselliklerden, özentilerden ve ertelemelerden başka hiçbir şey bırakılmamıştı ne de olsa. Aykırılıklarımızı ve çizgi dışı özlemlerimizi yeterince dile getiremezdik bu durumda, bir insanla kimi ince duyarlıkları ne denli çok paylaşmak istediğimizi, bizlerden, vatana ve millete hayırlı evlatlar olmamızı isteyen en yakınlarımıza bile anlatamazdık. Gönül meseleleri hep vardı, dahası hep yaralayıcı olmuştu hayatımızda. Ama yüzeysel birtakım reçetelerin ne denli etkileyici ve hükmedici olduğunu öğrenebilmemiz için zorlukları, kimi gülüşlere aldanmaları ve bir şeyleri aşabilmeyi, başka insanlar için hiçbir işimize yaramayacak bilgilerimizi ve “donanımlarımızı” utkulardan ve sahiplenmelerden değil, ayrılıklardan ve reddedilmelerden öğrendik. Yepyeni seçenekleri ve olası kişilikleri deneyecektik bir de. Çünkü biz bir hüznün tam ortasındaydık.